Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman, Havadis’in geleneksel öğle yemeğine konuk oldu. Erhürman, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, TC-KKTC ilişkileri ve gündemdeki diğer konulara ilişkin soruları yanıtladı
“AKTİF CUMHURBAŞKANI”: Ehürman: Kıbrıs Türk halkının çıkış yolu kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomidir. Bunun için toplumsal seferberliğe ihtiyaç var. Cumhurbaşkanlığı makamının bunun dışında kalma lüksü yok. Daha aktif bir cumhurbaşkanına ihtiyaç var
“İLHAK GÜNDEM DEĞİL”: Cumhurbaşkanı Akıncı’nın The Guardian’a verdiği demeci değerlendiren Erhürman: Türkiye kökenli insanlarımız dahil ilhak ve iltihakı konuşan, talep eden yoktur. Bana sorulmuş olsaydı ne Türkiye’de ne KKTC’de böyle bir gündem yok derdim
BAŞKANLIK SİSTEMİ: Erhürman: Memleketteki siyasi istikrarsızlığı giderecek hukuki formülleri tartışmaya hazırız. Başkanlık sitemi tek çaredir yaklaşımı yanlış. Yarı başkanlık da güçlendirilmiş parlamenter sistem de siyasi istikrarsızlığı tedavi edici olabilir
5’Lİ ZİRVE ELEŞTİRİSİ: Erhürman: Crans-Montana’dan çıkardığım derslerle, 5’li konferansa çok daha hazırlıklı gitmek gerektiğini düşünüyorum. Hazırlık evresinde tüm taraflara neyin parametre, neyin uyuşmazlık noktası olduğunu anlatmamız lazım ki o masa artık bizi çözüme götürsün
Duygu ALAN
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman, 26 Nisan’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turda tamamlanacağını ve kendisinin ikinci tura kalacağını öngördüğünü kaydetti.
Erhürman, Türkiye ile doğru zeminde iyi ilişkiler kurmak gerektiğini kaydederek, “Benim için doğru zemin, kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomimiz olmasıdır” dedi.
Cumhurbaşkanlığı makamının dışa açılan tek pencere olduğunu belirten Erhürman, kendi kendini yönetme zemini, kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye sahip olmak için toplumsal seferberliğe ihtiyaç olduğunu bu seferberlik içinde de Cumhurbaşkanlığı makamının bulunamama lüksü olmadığını kaydetti.
Orta ve uzun vadede planlar için de Cumhurbaşkanlığının öncülüğüne ve koordinasyonuna ihtiyaç olduğunu kaydeden Erhürman, “daha aktif” bir cumhurbaşkanına ihtiyaç olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın The Guardian gazetesine verdiği demeci ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun sonrasında yaptığı açıklamaları da yorumlayan Erhürman, “Bu memlekette Türkiye kökenli insanlarımız dahil şu anda ilhak ve iltihakı konuşan veya bunu talep eden kimse yoktur. Dolayısıyla aynı soru bana sorulmuş olsaydı ne Türkiye’de ne KKTC’de böyle bir gündem olmadığını söylerdim” dedi.
Havadis: Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Erhürman: Denklem olarak söylediğim şey çok basit. Türkiye ile doğru zeminde iyi ilişkiler kurmak lazım. Benim için doğru zemin, kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomimiz olmasıdır. Yani bizim kendi kendimizi yönetmemiz, Kıbrıs sorununun çözüm müzakereleri açısından da masada bulunan ve Güvenlik Konseyi kararlarınca da defalarca teyit edilmiş federal çözüm formülünün görüşülmesi zemini üzerinden Türkiye ile iyi ilişkiler içerisinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Aynı zemin üzerinden Güney Kıbrıs ve AB ile de iyi ilişkiler kurmamız gerektiğini hatta mümkün olduğunca bu ilişki ağımızı genişletmemiz gerektiğini düşünüyorum. İlişkileriniz kötü ise bu zemini sağlam yere bastırmanız konusunda güçlüklerle karşılaşırsınız. Çünkü Türkiye çok yakında olan bir ülke ve 82 milyonluk dev bir ekonomi. Buradaki yüksek öğretimdeki öğrencinin yüzde 55’i, turistin yüzde 55,60’ı Türkiye Cumhuriyeti’nden geliyor. Ticaret bu ekonomi üzerinden yapılıyor. Dolayısıyla bu zemini doğru kurmak istiyorsan evet ilişkilerinin iyi olması lazım. Türkiye Cumhuriyeti ile aramızda görüş ayrılıkları olabilir. Hep de oldu, olacak da muhtemelen. Zaten diplomasi de görüş ayrılıkları olduğu için yürütülür. O yüzden daha fazla ve iyi düzeyde diplomasiye ihtiyacımız var.
HAVADİS: Bir akademisyen, anayasal olarak da vesayet altında olan Kıbrıs Türkünün kendi kendini yönetme pozisyonuna ulaşamayacağını söylüyor ?
Erhürman: Sadece KKTC değil. Bugün dünyadaki pek çok ülkenin kendi kendini, kendi meclisini, kendi yönetimini, iradesi ile tam olarak yönetme konusunda sıkıntıları var. Bu sıkıntıların aşılmasının yolunun da ekonomik olarak kendi gücüne sahip olmak olduğunu bütün dünya biliyor. Yani bugün ‘ABD seçimlerine Rusya müdahale etti mi?’ diye tartışılıyor, ‘Ukrayna seçimlerine müdahale var mı yok mu?’ diye tartışılıyor. Karşılıklı bağımlılık artık dünyada çok gelişmiş bir şey. Çin ile Amerika arasında ticaret savaşlarında yaşananları gördük. Bütün bunlar realitedir. Benim dediğim; Kendi kendini yönetme zemini kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye sahip olmanızdır. Buna sahip olmak için çaba göstermek lazım. Toplumsal seferberlik diye tutturduğum budur. Bu toplumsal seferberlik içinde de Cumhurbaşkanlığı makamının bulunamama lüksü yoktur. Çünkü Cumhurbaşkanlığı makamı bizim dışa açılan tek penceremizdir. Mademki dışarı ile ilişkiler bizim kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratmamızın önemli unsurlarından biridir o zaman ben burada bunu Cumhurbaşkanlığının da katkısı ile ancak sağlayabilirim. Sağladığım oranda da ancak kendi kendimi yönetebilirim.
HAVADİS: Yeni dünyada da hukuk ve demokrasi olmadan ekonominin düzelmeyeceği gerçeği var. Bu vesayet rejiminde de rejimin kendini değiştirmeden ve oraya gerçekten demokratik, kendi kendini yöneten bir yapı kurmadan da iyi bir ekonomi oluşturamayacağın gerçeği var
Erhürman: Ben öyle bir takdim tehirin mümkün olduğu kanaatinde değilim. Çünkü sen ekonomik olarak eğer dışarıdan gelen kaynaklara bu derece bağımlıysan o zaman kendi ayakları üzerinde durman ve tam anlamı ile kendi kendini yönetmen de mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti, IMF’ye o derece bağlıyken, IMF, oturur protokoller hazırlardı ve ‘şu yasayı çıkarmadığın müddetçe yardım gelmeyecek’ der, TBMM’nin hangi yasayı çıkaracağına IMF karar verirdi. TBMM de oturur bir gecede 15-20 yasa geçirirdi. Bizim odaklanacağımız şey kendi ayakları üzerinde durabilmemizdir. Bunun mümkün olabildiğini de gördük. Bizim hükümetimiz döneminde de gördük hala bugün Türkiye Cumhuriyeti’nden gelen kaynağın ne kadar sınırlı olduğu açık. Dolayısıyla bizim artık buralara yönelmemiz lazım. Çıkış burada.
HAVADİS: Peki, 4’lü koalisyonun bozulma nedenleri arasında bu doğru zemini bulamamanız mı var? Toplumdaki genel kanı Türkiye’nin 4’lü koalisyonu istemediği, hükümetin bu yüzden bozulduğu şeklindedir.
Erhürman: O dönemde “Bu hükümeti Türkiye bozdu” denmesine rağmen hiç bu cümleyi telaffuz etmedim. Bizimle protokol imza aşamasına gelinemedi. Bize mali kaynak aktarımı yapılmadı. İddia da biz hükümetten gidersek de yeni bir hükümet gelir bu protokol hemen imzalanacak, yağmur gibi para yağacak şeklindeydi. Oturdum, bekledim, gözlemledim ve gördüğüm şu oldu; kaynak aktarımı konusunda da protokol imzalama konusunda da hiçbir şekilde yeni hükümete yönelik tavırla bizim hükümete yönelik tavır arasında bir fark olmadı. 750 milyonluk bir anlaşma imzalandı. Savunma hariç, 203 milyonu altyapı ve reel sektör ile ilgiliydi, o 203 milyondan şu ana kadar kullandırılan para sadece 9 milyon 400 bin TL. Bizim 2018’de, krizin patladığı, sel felaketinin olduğu, Türkiye’den para gelmediği dönemde yerel kaynaklardan, tarihte ilk defa Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na yaptığımız ödeme 334 milyon TL’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nden 2019 boyunca altyapı ve reel sektör için kullandırılan para sadece 9 milyon 400 bin TL. Tüm bunlar gösteriyor ki, öyle de böyle de bir tek çıkışımız var ekonomiyi ayakları üzerinde durdurtmak. Bu çıkış için de hem AB nezdinde hem de Türkiye Cumhuriyeti ile belli ki bu mali ve ekonomik ilişkileri başka bir zeminde kurmak gerekiyor. Bunu kurmanın yolu da gene Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde artık yürütmenin başında tek bir kişi vardır Cumhurbaşkanı. Onun da bu memleketteki muhatabı Cumhurbaşkanıdır. Gidilip anlatılması ve bu zeminin doğru yerden kurulması lazımdır. AB ile de yeniden konuşmak lazım. Benim çözüm iradem, barışı inşa çabam açıkça ortadayken yani bana yaptırım uygulanmasının hiçbir makul gerekçesi yokken, Yeşil hat Tüzüğü’nde hala işlenmiş gıdalarla ilgili problemi aşamadık, Mali Yardım Tüzüğü 30 milyon Euro geliyor ama ben hala engellerle karşılaşıyorum. Doğrudan Ticaret Tüzüğü geçmedi. Bu tablonun hiçbir meşru gerekçesi yoktur. Bütün bunları konuşmam gerekiyor. İçeride de madem hükümetler bu kadar kısa ömürlüdür o zaman orta ve uzun vadeli planlar için Cumhurbaşkanlığının öncülüğüne ve koordinasyonuna çok ihtiyaç vardır.
Havadis: “İcracı cumhurbaşkanı” mı diyorsunuz?
Erhürman: Ben icracı Cumhurbaşkanlığından söz etmiyorum ama kimse iddia edemez ki bu sistem, klasik parlamenter sistemdir. Bu sistem yarı başkanlık sistemine yakındır. Fransa sistemine yakındır. Üstelik bizim daha güçlü bir tarafımız var. Biz dışa açılan tek siyasi pencere olarak Cumhurbaşkanlığına sahibiz. Ayrıca anayasal yetkileri vardır. Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek, Hizmeti Komisyonu’nun tamamını, Amme Hizmeti Komisyonu’nun tüm üyelerini kendinin seçmesi, YÖDAK Başkanını kendisinin ataması, tüm üçlü kararnamelerin altında imzasının olması gibi. Müsteşarı, müdürleri belirliyor, dünyanın çok az ülkesinde olan şekilde yasa geçtiğinde meclisten bir defa geri gönderiyor, ama bir yetkisi daha var ki yürürlüğe sokmadan Anayasa Mahkemesi’ne gönderiyor. Tüm bunlar birleştiği zaman dedim ya ‘kendi ayaklarımız üzerinde durmamız lazım, bunun için toplumsal seferberliğe ihtiyacımız var, bu toplumsal seferberlik de Cumhurbaşkanlığını dışarıda bırakma lüksümüz yoktur’, bu kadar yetki ile elbette yoktur. İcracı denildiğinde hastane yapılmasına, okul yapılmasına Cumhurbaşkanı karar verecek. Böyle bir yetkiden söz etmiyorum. İcracı olabilmesi için Başkanlık sistemi olması lazımdır. Ama ‘çok daha aktif bir cumhurbaşkanı’ denilebilir.
Havadis: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın The Guardian gazetesine verdiği demece ilişkin yaptığı açıklamaları nasıl yorumluyorsunuz?
Erhürman: Diyorlar ya ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin tercihi federasyon değil’ diye, ben de şunu söylüyorum: Eğer ben biraz müzakereler tarihini ve biraz da hukuk biliyorsam siyasi eşitlik denen kavram sadece ve sadece federasyonda söz konusu olan bir kavramdır. Konuşulan şeylere baktığımızda hassasiyet gösterilen nokta esas itibari ile bir federasyon yapısı içinde siyasi eşitlik noktasıdır. ‘Bu konular KKTC’de veya Türkiye’de gündeme geldi mi?’ diye sorduğu şey, ki bana göre böyle, ben öyle yorumluyorum. İlhak ve iltihaktır. Şu anda ben KKTC’de ve Türkiye’de böyle bir gündem görmedim siyasi düzeyde. Bana bir muhabir bu soruyu sorsa, benim cevabım; Ne bizim gündemimizde ne de Türkiye’nin gündeminde böyle bir şey yoktur. Böyle bir ihtimal de yoktur. Çünkü Kıbrıs Türk halkı bu kadar yıldır mücadeleyi hep kendi kendini yönetmek için verdi. Böyle bir gündem kesinlikle yoktur” derdim.
Ayrıca, ben burada Sayın Çavuşoğlu’nun ‘İç işlerine karışmayacağız’ ibaresinin önemli olduğunu, olması gerekenin de bu olduğunu düşünüyorum. Daha önce yaptığım açıklamada da hiçbir şekilde dışarıdan müdahale olmaması gerektiğini, zaten Kıbrıs Türk halkının da buna hassas olduğunu söyledim. Artı bu memlekette Türkiye kökenli insanlarımız dahil şu anda ilhak ve iltihakı konuşan veya bunu talep eden kimse yoktur.
Havadis: Cumhurbaşkanı olursanız başkanlık sistemini gündeme getir misiniz?
Erhürman: Ben bu memleketteki siyasi istikrarsızlığı giderecek hukuki formülleri tartışmaya hazırım. Çünkü ‘siyasi istikrarsızlığın tek çözümü başkanlık sistemidir’ gibi bir yaklaşımı çok doğru bulmuyorum. Yarı başkanlık da güçlendirilmiş parlamenter sistem de siyasi istikrarsızlığı tedavi edici olabilir. Başkanlık sisteminin de bir sürü farklı formları var. Bizim için hangisi uygun bir model olabilir bu bulunabilir ama amaç siyasi istikrarsızlıktan dolayı ortaya çıkan sıkıntıları ortadan kaldırmak olmalıdır.
Havadis: Crans-Montana sürecini nasıl yorumluyorsunuz?
Erhürman: Crans-Montana süreci ile ilgili şimdi buradan geriye dönük baktığımda yaptığım değerlendirme; Anastasiadis’in ‘ben siyasi eşitliği kendi halkıma anlatamam’ diye masadan kalkıp 2,5 sene boyunca da bu siyasi eşitliği tartışma konusu yapmış olmasını ‘Crans-Montana’ya giderken demek ki daha fazla hazırlık yapmalıymışız’ diye değerlendiriyorum. Çünkü siyasi eşitlik dediğimiz kavram Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına girmiş, 91’de Güvenlik Konseyi tarafından ne olduğu açıkça belirlenmiş bir kavramdır. Guterres’in de masada olduğu hiçbir 5’li konferanstan taraflardan herhangi biri, BM Güvenlik Konseyi tarafından teyit edilmiş bir ilkeyi gerekçe göstererek kalkamaz. O yüzden seçimden sonra 5’li konferansa gitmeden önce çok ciddi bir hazırlık evresi geçirmemiz lazım ve o hazırlık evresinde tüm taraflara neyin parametre, neyin uyuşmazlık noktası olduğunu anlatmamız lazım ki o masaya oturduğumuzda masa artık bizi çözüme götürecek bir masa olsun. Crans-Montana’dan çıkardığım derslerle bundan sonra ne yapılması gerektiğini belirlemek için bu düşüncede olduğumu söylüyorum. Dahası Crans-Montana dağıldıktan sonra 2,5 yıl beklemek gerekmiyordu bence. Tartışılamaz bir şeyi 2,5 yıldır Sayın Anastasiadis’in bize tartıştırdığı anlamına gelir. Nitekim Berlin’de Sayın Guterres okuduğunda anlaşmayı ‘iki kesimli iki toplumlu ve 1991 tarihli BM Güvenlik Konseyi kararında tanımlandığı şekilde siyasi eşitliğe dayalı federasyon’ diye okudu, madem bu karar 91 tarihlidir. 2017’de Crans-Montana’da yok muydu? Berlin’e kadar yok muydu bu karar? Demek ki 5’li konferansa giderken bizim bunları geride bırakmamız lazım.”