Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Berlin görüşmesi öncesi açıklamalarını sürdürüyor.
Yazılı açıklamada bulunan Akıncı şunları dile getirdi:
“Bilindiği gibi BM Genel Sekreteri Sayın Antonio Guterres’in çağrısıyla 25 Kasım’da Berlin’de üçlü bir toplantı gerçekleştirilecektir. Bu toplantıda her zaman olduğu gibi meşru hak ve çıkarlarımızı koruma kararlılığı içerisinde gerçekçi ve yapıcı tutumumuzu sürdüreceğiz.
Kıbrıs sorununun Adadaki iki toplumun eşitliğini, güvenliğini ve özgürlüğünü teminat altına alan iki kurucu devlete dayalı adil ve kalıcı federal bir çözüme kavuşturulmasına yardımcı olabilecek her ortamı ve fırsatı değerlendirmek, en başta halkımıza karşı sorumluluğumuzdur. Ben sorumluluğumun bilincinde olarak Berlin’de bulunacağım. Umarım muhatabımın tutumu da aynı olur.
Böylesi bir görüşmeden önce, içimizde ısrarla sergilenen kimi yaklaşımlar karşısında ise daha fazla sessiz kalmak mümkün değildir. Örneğin daha önce Kıbrıs Türk halkının iradesini temsil etmediğimi iddia ederek Berlin’e gitmemem yönünde çağrı yapan Sayın Başbakan şimdi ise, Kıbrıs Türk halkını ve ülkenin tamamını temsil etmekte olduğumu söyleyerek Berlin’de sözlerime dikkat etmem gerektiğini belirtmektedir.
Elbette herkesin ağzından çıkacak olanları önceden ölçüp tartması gereklidir. Hayatım boyunca önce konuşup sonra düşünenlerden olmadım. Ya da sufle alarak konuşma ihtiyacı hissetmedim.
Ben Kıbrıs Türk halkının ne istediğini; Kıbrıs Türk halkı ise benim ne için çalıştığımı, nerede nasıl konuştuğumu iyi biliyor. Kendi kafalarındakini başkalarına empoze ederek, sürekli ayar verme telaşıyla hareket edenlere tavsiyem, yüzlerini halka dönmeleri ve toplum iradesine saygı göstermeleridir.
Öte yandan son zamanlarda İkinci Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat’ın, düzenli olarak şahsıma yönelik gerçekleri çarpıtarak bazı suçlamalar yönelttiği ve bu şekilde gündem yaratmaya gayret ettiği dikkat çekiyor. Son olarak işi öyle bir noktaya taşımıştır ki, haksız suçlamaları daha fazla yanıtsız kalamaz.
Göreve seçildiğim ilk günden beri, Kıbrıs sorunun çözüme kavuşturulabilmesi için, oturup beklemeden, inisiyatifler alarak ve fırsatlar yaratmaya çalışarak hareket ettim. Kıbrıs Türk tarafı benim dönemimde aktif bir şekilde sürecin içinde ve hatta yeri geldikçe sürecin sürükleyicisi oldu.
Bütün bunlar yaşanırken elbette Türk tarafının bir bütün olarak hareket etmesinin önemini bilerek davrandık. KKTC olarak her aşamada Türkiye ile istişare içinde olduk, görüşlerimizi anlattık, görüşlerden istifade ettik. Bazı durumlarda inisiyatif almamız gerektiğinde de bunu yapmaktan çekinmedik. Kıbrıs, beşli konferans aşamasına böyle ulaştı. Orada da gerek kendi içimizde, gerekse Türkiye ile yakın istişare içinde çalışıldı.
Bunca gelişmeden sonra Kıbrıs sorununun halen niçin çözülemediğini anlamak için derin analizlere gerek yoktur. Buna karşın “Akıncı’nın Türkiye olan ilişkileri Kıbrıs’ta çözümü imkansızlaştırıyor” demek, hem gerçeklerden hem ciddiyetten uzak bir tavırdır.
Türkiyeli yetkililerle her konuda aynı düşünmek mümkün olmadığı gibi zorunlu da değildir; bu demokrasinin en doğal sonuçlarından biridir. Kıbrıs Türk tarafından kaynaklanan herhangi bir diyalog eksikliği de söz konusu değildir.
Kendi görüşünü ve duyarlılıklarını ifade etmemeyi “iyi ilişkinin” reçetesi sayan siyaset anlayışları da olabilir. Ben hiçbir zaman bu anlayışı benimsemedim. İyi bir ilişkinin ilk şartı eşit iletişim, dürüstlük ve açıklık olmalıdır. Uyum, ilkelerden sapmadan farklı görüşlerin açıkça ifade edilerek senteze ulaşılmasıyla sağlanır. Bunun olmadığı yerde uyum değil, biat vardır ve bu anlayışın hiçbir tarafa yararı yoktur.
KKTC Cumhurbaşkanı, Kıbrıs Türk halkının çıkarları ve geleceği için söz söylemeye ve uğraş vermeye devam edecektir. Bunu yaparken her zaman olduğu gibi halkına kulak vermeyi ve onun sesi olmayı sürdürecektir.
Kimse bizden kaderimize razı bir biçimde oturup kalmamızı beklememelidir. Kıbrıs Türk halkının çıkarları neleri gerektiriyorsa, onları söyleyip onları yapacağız. Kendimize güvenerek hep devrede kalacağız; ilişkilerimizi açık ve samimi bir iletişim içinde sürdüreceğiz. Gerekli durumlarda her türlü diyalog ve istişare mekanizması daha önce de olduğu gibi elbette yürürlükte olacaktır.
Kıbrıs sorununun çözümü için elbette gerek Türkiye’nin gerekse diğer garantör ülkelerin katkı ve desteği kaçınılmazdır. Bunun da ötesinde BM’nin, AB’nin ve en genel anlamda uluslararası toplumun ilgi ve yardımı da gerekli olacaktır. Ancak unutulmaması gereken en önemli gerçek, en başta Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların çözümü istemesi ve bu yönde ortaya çaba koymasının zorunluluğudur. Bulunacak çözüm en başta iki toplum tarafından benimsenmelidir ki yaşayabilir olsun.
Bu bilinçle çalışmalarımızı Berlin’de de sürdüreceğiz.”
(BRT/SM)