Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Kudret Özersay, Lefke Avrupa Üniversitesi’nde (LAÜ) bir konuşma yaparak, Doğu Akdeniz bölgesindeki değişen konjonktür ışığında Kıbrıs’ı ve dış politikayı şekillendiren unsurları değerlendirdi.
Doğu Akdeniz’in uluslararası ve bölgesel aktörlerin giderek güç gösterisi yaptıkları bir alana dönüşmekte olduğunu gördüğünü söyleyen Kudret Özersay, mevcut durumun bundan 10 yıl öncesine göre şu anda çok daha farklı bir noktada olduğunu söyledi. Özersay şöyle devam etti:
“İddiam şudur; Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Türkünün geleceğini sadece Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs müzakereleri üzerinden doğru okumak mümkün değil. Artık bunun üzerinden okumaktan vazgeçmemiz gerekir. Bunu yapmak hem yanıltıcı hem de eksik olur. Bölgede hızla dengeler değişiyor. Bu gelişmeler bir yandan bazı tehditler ortaya çıkarırken diğer yandan da bazı fırsatları da beraberinde getiriyor. Yaşanan gelişmeler bize, Kıbrıs sorunu çözülmeden önce de Doğu Akdeniz bölgesinde dikkate alınması gereken bir aktör olma fırsatı sunuyor. Kapsamlı bir çözümün yerine geçecek bir şey olarak söylemiyorum ama çözümün gecikmesi durumunda Kıbrıslı Türklerin askıda kalan durumunu aşmalarına yardımcı olacak, uluslararası aktörlerle ilişki içine girmemizi sağlayacak bir fırsat alanı olarak değerlendirmek mümkün.
Kıbrıs sorununun çözümüne bağlı kılınmaya çalışılan, ‘sorunun çözümünden önce sadece Kıbrıslı Rumlar doğal kaynaklarıyla ilgili hak kullanabilir ama Kıbrıslı Türkler sorunun çözümünü beklemek zorundadır’ yaklaşımının değişmesi fırsatını bize getiriyor. Çünkü son gelişmeler belki de bu bölgede istikrar için, bölgesel barış için sorunun çözümünden önce de Kıbrıslı Türklerin haklarına erişmeleri ve bu kaynaklardan yararlanma şansı veriyor.”
Özersay konuşmasında, yakın geçmişten bugüne Rum tarafının girişimleriyle ilgili hatırlattı. 2010 yılı öncesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Rusya Federasyonu’yla yakınlaştığını, havaalanlarının birini Rus uçaklarının kullanımına açtığını söyleyen Özersay, 2011’in hemen ertesinde bölgeyi ve Doğu Akdeniz’i çok etkileyecek çok hızlı gelişmeler yaşandığını anlattı; 2012’de Kıbrıs Rum tarafında yaşanan ciddi ekonomik kriz ve akabinde
AB’yle girilen mali ilişki çerçevesinde yapılan dayatmaların hedefinde Rum tarafında artan Rus nüfusu olduğuna işaret etti:
“Ekonomik krizle beraber belli bir miktarın üstünde para olan banka hesaplarında ciddi kesinti yapılmasını içeren haircut denilen uygulamaya gidildi. Rusya Federasyonu’ndan Rum tarafındaki bankalara gelen, kimilerine göre Rus oligardların Rusya’dan vergi kaçırarak burada tuttuğu hesapların tırpanlanmasıyla ilgili bir operasyondu. 2012’de yaşanan ekonomik kriz sonrası alınan tedbirler AB’nin Güney Kıbrıs’taki Rus nüfusunu kırmaya yönelik tedbirlere dönüştü. Bununla da sınırlı kalmadı.
Kıbrıs Rum tarafı çıkmış olduğu ihalelerde İsrailli firmalarla deniz yetki alanları içinde doğalgaz ilişkisine girerken, bu zamanla EXXON, TOTAL ve ENI yani Amerikan, Fransız ve İtalyan firmasına evrildi. Şirketlerle de Batı bu bölgeye girmeye başladı. Buna paralel olarak Fransa, İtalya ve son olarak ABD’yle Güney Kıbrıs’ın askeri iş birliği, Güney’de bir askeri üs kurulmasına varan, acil durumda kendi vatandaşlarını bölgeden çıkarmak için bir ara istasyon konuma sokan anlaşmalar yapılmaya başlandı. Kıbrıs Rum tarafı deniz yetki alanlarını komşu ülkelerle anlaşma yaparak belirledi. Yunanistan, Mısır ve İsrail’le bir bölgesel iş birliği paktı geliştirmeye başladı. ABD’nin 1980’den bu yana Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırma yönünde adım atıldı. Bunu yaparken de ABD iki şart koştu. Rum savaş gemilerinin Güney limanlarda ikmal yapamaması ve Kıbrıs Rum tarafı kara paranın aklanmasıyla mücadelede ABD’yle iş birliği yapacak denildi. Eğer Doğu Akdeniz’i ve bu bölgeyi daha sağlıklı okumak istiyorsak, Kıbrıs müzakerelerinin ötesinde daha farklı aktörlerle ve o aktörlerin birbiriyle olan güç mücadelesi çerçevesinde de okumalıyız. Dengelerin değiştiği aşikardır.”
“İrademiz bir çözümden önce de görünür kılınabilir”
“Doğu Akdeniz’deki aktörlerin güç mücadelesi sıradan bir doğal gaz paylaşım mücadelesi değildir” ifadesini kullanan Özersay, buradaki güç mücadelesinin jeopolitik ve jeostratejik bir mücadelenin sonucu olduğunu belirtti. Sadece Batı ülkeleri için değil, Türkiye Cumhuriyeti için de hem bu bölge, Doğu Akdeniz hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin önem kazandığının altını çizen Özersay, “Bu gelişmeler bize, çözümden önce de bölgesel bir aktör olma imkanı sağlıyor. Yakın zamana kadar Kıbrıs Türkünün görünürlüğü ya da sesinin duyulması müzakereler bağlamında olabilmişti. Son dönemde yaşananlar Kıbrıs Türkünün çözümden önce de farklı platformlarda görünür olmasını sağlamıştır” dedi.
Kıbrıs Türk halkının dışarıdan kaynak konusunda çeşitlilik sorunu yaşadığını söyleyen Özersay, Türkiye’nin altyapı için verdiği kaynağın Türkiye’nin ekonomisinde yaşanan gelişmelerle birebir orantılı olduğunu, zaman zaman sıkıntı yaşanabildiğini ifade etti: “Kapsamlı çözümden önce denizdeki bu kaynaklara ilişkin dış kaynağın çeşitlenmesi bağlamında Türkiye’nin vereceği desteğe ilaveten Kıbrıs Türkünün bu kaynağa ulaşması ve altyapı yatırımlarında kullanması mümkündür. Bu gelişmeler bunun için bir fırsattır. Bugün yapacağımız geçici uzlaşılar, atacağımız adımlar bundan sonraki 10 yılı belki 20 yılı belirleyecek. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Özersay konuşmasında, atılan adımlarla avantajlı hale gelen KKTC’nin durum analizini de yaptı: “Mevcut durum bize, Rum tarafının içinde bulunduğu konforlu durumu bozabilecek, statükodan memnun olan halinde rahatsızlık yaratabilecek bir kaldıraç imkanı da veriyor aslında. Kıbrıslı Rumlar kapsamlı çözümle ilgili bir noktaya getirilemiyorlarsa, en azından çözümden önce enerji konusunda Kıbrıslı Türklerle birlikte bir şey yapmaları noktasına getirilmelerinde uluslararası toplumun ciddi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu yerine getirmedikleri için bizim de koz olarak kullanabileceğimiz bir fırsat var. Türkiye’yle sahada adım attığımız oranda Rum tarafının dengesi bozulur. Lisans verilmesi, kazı yapılması gibi girişimlerine aynı şekilde cevap vermemiz onları rahatsız etmiştir.”
“Attığımız adımlar bir paradigma değişikliği niteliğindedir. Çünkü bir kırılma noktası yaratmıştır” diyen Kudret Özersay, Türkiye ile KKTC’nin bir kıta sahanlığı anlaşması yapılmasının öneminin önceleri çok fazla anlaşılmadığını belirtti. 2011 yılına kadar KKTC’nin sadece protesto eden taraf olduğunu söyleyen Özersay, çözümü beklemeden kıta sahanlığı anlaşması yapılmasının KKTC açısından sahada dengeyi sağladığını anlattı: “Bu adımlar atılmamış olsaydı, Doğu Akdeniz’de çatışma ihtimali artacaktı. Son bir-iki ay içinde Avrupa Birliği’nin ileri gelen ülkeleri kapsamlı çözümle ilgili durum ortada olduğu için ‘Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafı bir araya gelsin bu konuyu oturup konuşsun, ben arabuluculuk yapmaya hazırım’ diyor. Doğal gazın iki ülkenin de hakkı olduğunu herkes kabul ediyor. Belki de doğal gazda iş birliğiyle başlayıp karşılıklı güven ve bağımlılık ilişkisi sonucunda Kıbrıs’ta zamana yayılmış bir ortaklığa bizi taşıyabilir.”