Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1989-1990 yıllarında ABD, “arka bahçesi” olarak gördüğü Latin Amerika ülkelerinde Sovyetler Birliği ile nüfuz mücadelesi yapmaktan da kurtulmuş oldu.
Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Bosna İç Savaşı, dünyanın dikkatinin Ortadoğu ve Balkanlar’a odaklanmasına neden olurken, Latin Amerika ülkeleri de tek kutuplu yeni dünya düzenindeki yerini arıyordu. Bu arayış 1999 yılında ilk meyvesini Hugo Chavez’in Devlet Başkanlığı’na seçilmesiyle verdi. Küba’dan sonra ilk kez bölgede bu denli ABD karşıtı bir yönetim kuruluyordu.
Venezuela’da başlayan değişim dalgası kısa sürede diğer Güney ve Orta Amerika ülkelerine yayıldı. 2003 yılında Brezilya’da Lula da Silva’nın Devlet Başkanlığı’na seçilmesi, Latin Amerika Baharı söylemlerini kuvvetlendirdi. Beyaz Saray tarafından bölgesel çıkarlarına ciddi bir tehdit olarak algılanan bu denge değişiklikleri kısa sürede, Uruguay, Arjantin, Bolivya, Ekvador, Paraguay, Nikaragua, El Salvador ve Peru’da da kendisini gösterdi.
Tarihi el sıkışmaya giden süreç
2009 yılına gelindiğinde ise, hem Latin Baharı hem de ABD’nin kıtanın geri kalanı ile ilişkileri açısından kırılma anı yaşandı. Amerikan Devletler Örgütü, Washington yönetiminin muhalefetine rağmen Küba’yı yeniden üye yapma kararı aldı. Havana yönetimi üyeliğe geri dönmese de, bu adım Obama’yı Raul Castro ile 2016’daki tarihi el sıkışmaya götüren sürecin başlangıcıydı.
2009’un Haziran ayında yaşanan bir başka gelişme, son 10 yılda Latin Amerika ülkelerini alt üst eden depremin başlangıcı oldu. Dönemin Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya, 10 Kasım’da Bolivya’da Devlet Başkanlığı koltuğuna veda etmek zorunda kalan Evo Morales ve koltuğu sallantıda olan Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro gibi ABD destekli bir darbenin hedefi oldu.
Sınırlı kaynaklar Zelaya’yı çaresiz bıraktı
2005 yılında seçimle işbaşına gelen Zelaya Honduras’taki yoksulluk, yüksek suç oranı, uyuşturucu ticareti ile mücadeleyi kendisine ilk hedef seçti. Ülkesinin gıda güvenliğini temin etmek ve orman arazilerinin genişletilmesi de Honduras Devlet Başkanı’nın hedefleri arasındaydı. Ancak sınırlı ekonomik kaynaklar ve uluslararası toplumdan yeterli destek sağlanamaması Zelaya’yı özellikle suçla mücadelede çaresiz bıraktı.
Zelaya, artan gıda fiyatlarının yol açtığı toplumsal huzursuzlukla mücadele etmek için Venezuela Devlet Başkanı Chavez’den destek aradı. Venezuela ve Küba’nın kurduğu “Amerikalılar İçin Bolivarcı İttifak”a katıldı. 2009 yılının 28 Haziran günü Anayasa değişiklikleri için Zelaya’nın yaptığı referandum planı, Yüksek Mahkeme ve Honduras ordusunun ortak müdahalesiyle engellendi.
Darbe karşısında çaresiz kalan Zelaya ülkeyi terk etti. Amerikan Devletler Örgütü’nün üyeliğini askıya aldığı Honduras’a tek destek veren ise ABD oldu. Latin Baharı’nda çarkların tersine dönme süreci ise 2013 yılında Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in hayatını kaybetmesiyle ivme kazandı.
Chavez’in selefi Maduro’nun Bolivarcı hareketi ayakta tutma çabası, 2016’da Brezilya’da Lula da Silva’nın selefi Dilma Roussef’in yolsuzluk suçlamasıyla görevden alınmasıyla yeni bir darbe aldı. Bunu Lula Da Silva’nın 2018 yılında yolsuzluğa göz yumma ve kara para aklamaktan suçlu bulunarak hapis cezasına çarptırılması izledi.
Latin Amerika ülkelerinde işler daha da karmaşık bir hal alıyor
Brezilya’da ABD ve İsrail müttefiki Bolsonaro’nun Devlet Başkanlığı’na gelmesi, Latin Amerika Baharı’nın da sonu oldu. Venezuela, bir kez daha ABD destekli bir siyasetçinin eliyle darbe girişimine maruz kalırken, sürecin son kurbanı Bolivya’nın ilk yerli kökenli Devlet Başkanı Morales oldu.
ABD ise duracak gibi görünmüyor. Meksika sınırına duvar inşa eden Trump yönetimi, göçmen akınını gerekçe göstererek Honduras-Guatemala-El Salvador üçlüsüne yaptırımlar getiriyor, Çin ile iş birliğini artıran Nikaragua’ya ekonomik baskıyı da artırıyor. Dünyanın önde gelen bakır ve bor rezervlerine sahip ülkelerinden biri olan Şili ise sonu görünmeyen bir istikrarsızlığa itilmiş durumda.
Şili’de 18 Ekim’de metro ücretlerinin artırılmasını protesto için başlayan eylemler, bugün Diktatör Pinochet dönemini aratmayan insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir istikrarsızlık manzarasına dönüşmüş durumda.
Soğuk Savaş yıllarında ABD ile SSCB arasında hesaplaşma sahası olan Latin Amerika bugün kırılgan ekonomileri, uyuşturucu kartelleri ve göç sorunuyla 20. yüzyıldaki durumuna oranla çok daha karmaşık bir problem yumağı halinde.
Haber: Mehmet Kancı